24 Haziran 2015 Çarşamba

Gölgesi intihar eden adam (Part-2)


Ne gökyüzünden bahsettim ne de bulutlardan. Çünkü çok duymuştum ‘anne bak bulutlar babaannemin koyunlarına ya da beyaz tavşana benziyor’ sözlerini diğer çocuklardan. İkinci el hayal zaten kullanmıyordum o yaşlarda da. Tabi bir o beyaz buluta bakıp, ‘anne bak şu bulut ağzı kanlı kedi yemiş bir canavar köpeğe benziyor’ diyen de vardı. Onlar ayrı. Uzak bana. Size de uzak olsunlar.

Gölgesinden ibaret çocukluğu insanların, derken yetişkin vücutları taklit eden karartılardan bahsediyoruz. Sen masanın başındayken, ofisinin duvarına yansıyan gölgenin dans ettiğine şahit olamazsın. Ne yaparsa yetişkin bünye, onun emrindedir gölge. Şarkı bile söyler bazen insan ama gölge sessiz ve karanlıktır. İşte öyle sindirilmiş, öyle sınırlandırılmış taklit bir karanlığın içine gizlenmiştir ki çocukluğun, bağımsız hareket etmesi mümkün değildir.

‘Çocukluğu, gölgelere saklanmıştır yetişkinlerin.’ Bir açıklama daha yapalım…

Karanlıktan korkar çocuk gibi çocuk. O zamanlardayken hepimiz, ‘ceza verdik sana’ der birileri ve tutar kolumuzdan bırakırlar soğuk, sevimsiz bir kapının arkasındaki karanlık odaya bizi. Karanlıkta bulabilir mi çocuk gölgesini?

Ya da gece oluverir birden. Hangi çocuğa yetmiştir ki oyun oynamak için aydınlık zamanlar. -Hadi hava karardı herkes evine. -Hadi bakalım gece oldu herkes yatağa. Cümleleri mutlaka yarım bırakmıştır en güzel oyunları. Karanlık çöken sokakta, karanlık bir uyku odasında ve ceza diye gönderildiğimiz arka odada; şimdi hatırlayın bakalım neler anlattınız karanlığa?

Dört ya da beş çocuk, belki de daha fazla sayıda 80’li yıllar ve öncelerinde mahallelerinde ne biçim oyunlar oynamışlar, ne büyük, ne harika hayaller kurmuşlardır bir düşünseniz. O hayaller kurulur ve fevrice saçılırdı sokaklara, karanlık çökünce gecenin gölgesinde hapsoldu o yarım hayaller. Büyürken çocuklar, yetişkin olurlarken yılların peşi sıra, o sokaktan topladılar gölgelerini ve o taklitçi, takipçi karanlıklarda biriktirdiler yarım kalan çocukluklarını.


Bir gün yine odamdayım, karanlıktayım. Bir ceza hükme bağlanmış, efendi gibi yatıp 10 dakikalık cezamı çıkacağım. Bu karanlık oda nöbetlerinde insan daha önceki suçlarını da gözden geçirme imkânı buluyor. Tekerleklerini daha önceden kırdığım oyuncak arabamı düşündüm, canının ne kadar yandığını falan. Plastik arabanın canının yanmayacağını mantık çerçevesinde düşünmeye çalışıyorum ama duygusal anlardayım, zaten hüküm giymişim. Oyuncağımın babasını düşündüm. Neredeydi acaba? Üzülmüştür sanırım o da. Bu küçük bir hayal edişimden bahsedip buraya yazarken birden aklıma sinema endüstrisi geliyor. Bir animasyon film, Pixar film şirketi Amerikan şirketi. Ben 80’li yıllarda birazcık yalnız başıma kaldığımda oyuncak arabamı kişiselleştirip, ona daha fazla değer vermem gerektiğini hayallerimde öğrenebiliyordum. Ama şimdi endüstriyel tüketim toplumunda, çocukların hayal etmesine gerek kalmıyor. Hani hep denir şimdiki çocuklar çok fena. Her şeyi biliyorlar. Evet, biliyor çocuklarımız; çünkü birileri onlar için hayal kurup gösteriyor onlara. Bilen ama hayal edemeyen çocuklar mı büyüyor şimdilerde? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder