4 Eylül 2015 Cuma

HABER VERDİK


Salıncakta sallanırken burnuna taze kekik kokusu gelen koca adam,

ilerdeki çöp kutusunda bir lokma mama arayan annesiz kedi yavrusu
ve gözlerimizin içine bakmayan çocuklar, bakamadıkları gibi ağlayamıyorlar bile.

Kadınlar ağlamaz. Şikayet ederler bazen ama umut etmek de onların işidir.
Islak kumlarda bir küçük çukur.

Bilen biliyordu zaten ve iki üç kişiydi onlar.

Dünyanın uzun yıllarında sonsuz zamanların akşamüstünde ölmüştü insanlık denen babamız.

Ağırlığı biraz artmış, hem kan dolaşmıyor artık hem de ıslanmış kırmızı gömleği.

Ayakkabıları da pek güzel ama su almış içine.

Soğuk, çok soğuk bir masal çocuk betimlemesi bu.

Koca adam gibi kekik kokusunu bilemeden,

Deniz kenarına nefessiz değil, capcanlı uzanamadan,

büyümek, umut etmek telaşı yaşamadan,

ne dil, ne göz, ne yürek, çelik olamadı.

Üç gün ağladı insanlık suyu içmemiş insan.

Haber verdik: ölmüş.
                                                              Serhat CAN

24 Haziran 2015 Çarşamba

Gölgesi intihar eden adam (Part-2)


Ne gökyüzünden bahsettim ne de bulutlardan. Çünkü çok duymuştum ‘anne bak bulutlar babaannemin koyunlarına ya da beyaz tavşana benziyor’ sözlerini diğer çocuklardan. İkinci el hayal zaten kullanmıyordum o yaşlarda da. Tabi bir o beyaz buluta bakıp, ‘anne bak şu bulut ağzı kanlı kedi yemiş bir canavar köpeğe benziyor’ diyen de vardı. Onlar ayrı. Uzak bana. Size de uzak olsunlar.

Gölgesinden ibaret çocukluğu insanların, derken yetişkin vücutları taklit eden karartılardan bahsediyoruz. Sen masanın başındayken, ofisinin duvarına yansıyan gölgenin dans ettiğine şahit olamazsın. Ne yaparsa yetişkin bünye, onun emrindedir gölge. Şarkı bile söyler bazen insan ama gölge sessiz ve karanlıktır. İşte öyle sindirilmiş, öyle sınırlandırılmış taklit bir karanlığın içine gizlenmiştir ki çocukluğun, bağımsız hareket etmesi mümkün değildir.

‘Çocukluğu, gölgelere saklanmıştır yetişkinlerin.’ Bir açıklama daha yapalım…

Karanlıktan korkar çocuk gibi çocuk. O zamanlardayken hepimiz, ‘ceza verdik sana’ der birileri ve tutar kolumuzdan bırakırlar soğuk, sevimsiz bir kapının arkasındaki karanlık odaya bizi. Karanlıkta bulabilir mi çocuk gölgesini?

Ya da gece oluverir birden. Hangi çocuğa yetmiştir ki oyun oynamak için aydınlık zamanlar. -Hadi hava karardı herkes evine. -Hadi bakalım gece oldu herkes yatağa. Cümleleri mutlaka yarım bırakmıştır en güzel oyunları. Karanlık çöken sokakta, karanlık bir uyku odasında ve ceza diye gönderildiğimiz arka odada; şimdi hatırlayın bakalım neler anlattınız karanlığa?

Dört ya da beş çocuk, belki de daha fazla sayıda 80’li yıllar ve öncelerinde mahallelerinde ne biçim oyunlar oynamışlar, ne büyük, ne harika hayaller kurmuşlardır bir düşünseniz. O hayaller kurulur ve fevrice saçılırdı sokaklara, karanlık çökünce gecenin gölgesinde hapsoldu o yarım hayaller. Büyürken çocuklar, yetişkin olurlarken yılların peşi sıra, o sokaktan topladılar gölgelerini ve o taklitçi, takipçi karanlıklarda biriktirdiler yarım kalan çocukluklarını.


Bir gün yine odamdayım, karanlıktayım. Bir ceza hükme bağlanmış, efendi gibi yatıp 10 dakikalık cezamı çıkacağım. Bu karanlık oda nöbetlerinde insan daha önceki suçlarını da gözden geçirme imkânı buluyor. Tekerleklerini daha önceden kırdığım oyuncak arabamı düşündüm, canının ne kadar yandığını falan. Plastik arabanın canının yanmayacağını mantık çerçevesinde düşünmeye çalışıyorum ama duygusal anlardayım, zaten hüküm giymişim. Oyuncağımın babasını düşündüm. Neredeydi acaba? Üzülmüştür sanırım o da. Bu küçük bir hayal edişimden bahsedip buraya yazarken birden aklıma sinema endüstrisi geliyor. Bir animasyon film, Pixar film şirketi Amerikan şirketi. Ben 80’li yıllarda birazcık yalnız başıma kaldığımda oyuncak arabamı kişiselleştirip, ona daha fazla değer vermem gerektiğini hayallerimde öğrenebiliyordum. Ama şimdi endüstriyel tüketim toplumunda, çocukların hayal etmesine gerek kalmıyor. Hani hep denir şimdiki çocuklar çok fena. Her şeyi biliyorlar. Evet, biliyor çocuklarımız; çünkü birileri onlar için hayal kurup gösteriyor onlara. Bilen ama hayal edemeyen çocuklar mı büyüyor şimdilerde? 

22 Haziran 2015 Pazartesi

Gölgesi intihar eden adam


Ancak merdivenle inilir kimi adamların çocukluğuna. Bodruma kilitlemiştir içindeki çocuğu. (Adam: Yetişkin insan anlamında kullanılmıştır. Cinsiyet belirtmez!) İçinde yaşayıp bir yere saklamadığın çocukluğun aslında hep seninledir ve senin gölgendir aslında. Red-Kit Çizgi filminin jeneriğinde kahramanın gölgesini vurmasına bu yüzden hep üzülmüşümdür. Çocuk izleyecek bunu neden gölgesini vurduruyorsun adama? Tam anlamıyla iyi bir Red-Kit hayranı olacaktım ki daha çizgi filmin ilk başında soğudum hikâyeden.

Çocuk nedir? İnsan yavrusu.

İnsan yavrusunun temel özellikleri var mıdır? İnsandır işte en temeli bu. Psikolojik ve fiziksel bir takım sağlık sorunlarının yaşamadığını var sayarsak, 4 yıllık olunca insan yavruları, insana benzer hale geliyorlar. Onun öncesinde birçok hayvan yavrusundan bile daha acizdirler. Doğumundan itibaren yürüyemez bile. 4 yaşına gelince kendini ifade etmeler, sağlıklı adımlar ve anlaşılanları yorumlamalar başlar. Benim çocukluk tanımım biraz bu süreçten sonra başlıyor. Bir pedagog olduğumu hiç söylemedim. ‘Çocuğun, çocuk olduğunu nasıl anlarsın?’ diye sorsalar; hayallerinden derim.

Gökyüzüne bakıp beyaz, pamuk gibi görünen bulutları en son ne zaman başka nesnelere benzetmeye çalıştınız?

Bir il merkezindeydi evimiz. Dört kişilik ailemin büyük çocuğuyum. İlimizin küçük bir kasabasında, bir köyde anneannemlerin evi var. Her bayram ve fırsat bulunan her tatilde gidilen bir aile toplanma yeri. Teyze ve dayı çocuklarıyla bir araya gelip büyükleri topluca delirtme yeri. Topraktan yapılmış ayrı ayrı kapıları olan 3 odalı bir ev anneannemin kaldığı. Aynı büyük bahçenin içinde Almanya’daki teyzemin yaptırdığı büyük betonarme müstakil ev de var. Asfalt yolun kenarında çalılardan çitlerle belirleniyor evin bahçe sınırları. Tulumba var ve tabi ki taş fırın. İki farklı yapının ortasındaki boşluk yeşil bir bahçe herhangi bir şey ekili değil. Anneannemin 3 göz toprak evinin arkasında bir tane daha oda var, orası dam. Koyunlar için. Uzun bir tarlası da var, annemin ve kardeşlerinin mahsulleriyle büyütüldüğü. Kavun, karpuz, biber, domates, nohut ve tütün yetiştirildiğine ben de şahit olmuştum o yaşlarda.

İşte bu tarlada yetişen ürünlerin şeklinden tutun da, toprak evin duvarındaki yapılırken farkında olmadan oluşturulan şekillere kadar, her gördüğüm görüntüye kendimce başka bir anlam yüklerdim. Topraktaki şu çıkıntı bir köpeğin başına, şu çukur mavi bir havuza ve oradaki şekil ise sanki şapkalı yaramaz bir çocuğa benziyor.

O yaramaz çocuk, çok yaramaz, söz dinlemez bir hayta. Öyle fena ki bu çocuk; babası şeker bile almıyor. Babası onu panayıra götürüp dönme dolaba da bindirmiyor. Annesiyle beraber tarladaki ağaçlardan elma toplayamıyor. Küçük teyzesi ona papatyadan nasıl taç yapılır öğretmiyor. E tabi diyorum kendi kendime ben bunların hepsini yapabildiğime göre ben yaramaz bir hayta değilim.

Hayal kurup; çamur yığınından var ettiğin hayta bir çocukla kendini karşılaştırabiliyor ve uslu bir velet ilan ediyorsan kendini kimselere sormadan, biraz deli olacağının garantisini verebilirsin insanlara.


                                                                                                                                  devam edecek...

16 Ağustos 2013 Cuma

Ben Devrim Yaptım A Dostlar


Ne yani aşık olduk da hayata olan direncimizi mi kaybettik sanki? Ya da daha da direnç mi kazandık? Aslında durum şöyle güçlüysen, güçlü olduğun için aşık olursun tüm gücünle ve baş döndürürsün gücünle, aşık edersin aşık olduğunu da kendine.
Gücünle kuvvetinle hayatta olup bitenlere ses çıkarırken sen; birileri sesini, duyar biri de gelir ruhunu dinlemeye başlar. Sesinle haykırdıklarını, ruhunla bezediğini anlayıverir. E onun da söyledikleri aynıdır ilk ruha bakma hevesi de bundan gelir. Ruha bakıp bir de orada pişenlerin de aynı olduğunu görüverince yandı bitti işte. Bakıştı, anlayıştı, tendi, kokuydu derken… Aşık olur da dönüverir başın.
İşte direnç dediğimiz şey böylelerinin işidir. Birken iki oluverir ruhunun ve söylemlerinin direnişi. Bir şeyi sevdin mi yahut küfrettin mi artık iki kat daha desteklidir. Önce bir birinle sonra omuz omuza hayatı sekteye uğratıp topluma çelme takanlarla dövüşmeye başlarsın. Aşkın bireysel devrimini gerçekleştirmiş, ilişki rejimini kurmuşsundur artık.
Devrim bu kolay mı?
Artık adamın yolda yürüyüşü bile değişir. Aşık oldun mu bir kere daha eşit bakarsın gündelik yaşama. Bireysel değil toplumsalsındır kendi içinde. Yalnızken acırsın ya kendine ve tüm yalnızlara, aşkta acıma yok mücadele ve cesaretli ruhla mutlu olmak vardır. Mutluluğun adı aşk, mutluluğun adı devrimdir. Hep derler ya hani aşk devrimcidir.
Kendi devriminizi yapın.
İki kişilik devrimde güzel sözler, toplumla en güzel dünya için özlü küfürler söyleyin.
Serhat CAN - 16.08.2013

12 Ağustos 2013 Pazartesi

SICAK ÇOCUK KOKUSU


Sıcak çocuk kokusu
 
İçine işlemiş oyun telaşı ve dili dolaşıyor ezberlediği şiiri okurken.
Şeklinde bir bozukluk göze çarpıyor.
Bir çorabı düşmüş ayakkabısına doğru.
Saçı karışık, sokağın şimdiki kadar pis olmayan tozları doluşmuş tellerine.
Çiçekli elbisesi kırmızıymış ama kahverengiler bulanmış ara ara.
Yağmurun hemen arkasından salıncaktan atlamış.
Meyve de toplamış; ağacın dallarından ellerinde minicik yarıklar, hikâyecik olmuşlar şimdi.
Mahallenin fırınından babanın alıp getirdiği ekmekler de olmuş ama
Annenin bahçede pişirdikleri daha anlatılır lezzette.
 
Öyle bakıyor ki çocuk, sobada pişerken biraz yanmış kestane gibi gözleriyle.
Sokuluyor sol yanıma sanki hep soğuktaymış bunca zaman.
O evde odun ateşinde pişen kahvenin sıcağını saymazsak.
 
Şimdi başımı sana çevirmemle görüyor, duyuyor ve biliyorum, oldukça çok ve pek sevgini.
Duyuyor demişken büyüme sakın demiştim sana önceki bir mısra kalabalığımda.
Büyüsen de olur, yani karşı gelebilrsen zamana ya da böylece kalsan da.
Önemli değil hani, ben sana sokulunca tenin sıcak çocuk koksun da.

12.08.2013 - Serhat CAN
 

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Ne biçim dövmüşler aşkı, ağzı burnu kan içinde.



Dört duvara ayrı ayrı çarptı huzurum.
Ne biçim dövmüşler aşkı, ağzı burnu kan içinde.
Gece vakti kaldırımda usulca yürüyüp ıslık çalıyormuş.
Görenler var biraz da gülümsüyormuş.
Neden olduğunu kimse bilememiş ama gündüzlerde onu kimse görememiş.
Gecelerde gözleri ışıl ışıl diye bir dedikodu yayılmış şehre.
İşte o son ıslıklı yürüyüşünde, gecenin bir sokak köşesinde,
Ne biçim dövmüşler aşkı, ağzı burnu kan içinde.
Kolundan tutup dört duvara saklamışlar.
Şahit falan da yok.
Umutlarını, hayallerini kırmışlar.
Tutkuları kan kaybetmiş çok.
İşte o son ıslıklı yürüyüşünde, gecenin bir sokak köşesinde,
Ne biçim dövmüşler aşkı, ağzı burnu kan içinde.
Ağrılı sessizliklerinde kendi kendine fısıldıyormuş.
İyi olurum ben. Merak etmesinler.
Gündüzleri ıslık çalamasam da, geceleri duyanlar olur.
Belki demiş aşk sadece belki;
Islığıma uyanlar olur zaman içinde.
Ne biçim dövmüşler aşkı, ağzı burnu kan içinde.
                                               01.07.2013 – Serhat CAN

27 Haziran 2013 Perşembe

BOYA KALEMİYİM BEN


BOYA KALEMİYİM BEN

Rengi değişir bazen insanın.

Uslu bir akşam kırmızısı oluverirsin. 

Ateşin mavi tonu, sonra grileri, siyahları unutursun.

Üst üste gelen yağmurlardan ıslanmaya bıkmışsındır.

Güneşin sarısına boyanırsın.

Boylu boyunca sıcak sevgili kokusuna uzanırsın.

Gözlerine dans etmeyi öğretirim ve ayakucunda uyurum.

Seni seyre doyar mı insan? Başım döndü sevgilim.

Avuç içi kokunda sarhoşluk bunun adı.

Mısralarımda dudak kokuna rast gelinir artık.

Onca zaman oksijen sanmışım sensizliğin kokusunu.

Şimdi kokumun rengi koyu sen, 

Şöyle mavinin en doygunu, kırmızının en keskini,

Rengim artık şule kırmızısıdır.

Rengi değişir bazen insanın.
Değişmemek üzere âşık bir boya
kalemiyim ben artık.  

Ömrün beyaz kâğıtlarına mutluluk resmi
yapılacak.

Saçlarına, gülümseyişine ve iyi ruhuna
sarılışımı çizeceğim.

Gece uykularımızın uykusuz iyilik
meleğinin kanatları,

Akşamüstü kahvelerimizin orta şekerli
sohbeti,

Sabahın portakal ağacı tazeliğindeki
günaydını,

Varmaya doyamadığım en uzun yolum.     Kaldırımlarımızın mevsimi ilkbahardır.

Gidilecek, fazlaca çiçek renkli
umutlarım var ikimiz için.

Çizilecek, kocaman bir resim var
ikimizin için.
Boya kalemin hazır. Sen de hazırsan,

                                     Gülümse, 

                                     Seviyorum.

                                     Sevdim.